Hayat, insana emanet edilen nefeslerin her birinde Hakk’ın gizlediği hikmeti fark edip gönlü O’nunla şekillendirme yolculuğudur.
Her nefes, kul ile Yaradan arasında sessizce gidip gelen bir selam gibidir; çoğu zaman duymadığımız, ama duymayı becerdiğimizde tüm hayat hikâyemizi değiştirecek kadar güçlü bir selam… İnsan, varoluşun karmaşasında kaybolduğunu sandığında bile aslında o selamın gölgesindedir.
Modern hayatın koşuşturması ruhu savuruyor; programlar, sorumluluklar, beklentiler arasında insan kendi özünü kaybediyor. Fakat her savruluş, içimizde bir yerlerde sakin bir uyarı bırakır: “Dur. Nefesini hatırla.” Çünkü nefesi hatırlamak, insanın varlığını hatırlamasıdır. Ve insan kendi varlığını hatırladığında, Rabbi’nin varlığını daha derinden sezmeye başlar.
Kişi, dünya kalabalığında kaybolmadan özüne yöneldiğinde, bütün âlemin aslında tek bir sevgiyi fısıldadığını duyar. Bu sevgi, yaratılışın temelidir. Ağaçların sessiz duruşunda, kuşların uçuşunda, sabahın serinliğinde, bir çocuğun tebessümünde aynı tını duyulur: “Her şey O’nunla.”İnsanı gönülden saran, ruhu tazeleyen ve aklı berraklaştıran bu tınıdır. Tasavvuf ehlinin “aşk” dediği, yalnızca romantik bir duygu değil, varoluşun kendi kök sesidir.
Tasavvufi yolculuk aslında dışarıya değil, içeriye yapılan bir seferdir. İnsanın en uzun yolu kendine varma yoludur. Bu yol bazen taşlıdır; kırgınlıklarla, sabır imtihanlarıyla, kayıplarla örülüdür. Ama her adımda ruh biraz daha olgunlaşır. Çünkü insan ancak sınandığında kendi hakikatini duyar. Keder, aşkın kapısını aralar; mutluluk, şükrün kapısını; yalnızlık, içsel yakınlığın kapısını… Bütün kapılar, en sonunda aynı yere çıkar: Hakk’a.
Kalp, ruhun derin denizidir. İçinde fırtınalar da kopar, sükûnet de doğar. Kalbi terbiye etmek, bir bahçeyi işler gibi emek ister. Dikenleri temizlenir, kuru dalları budanır, çiçekleri sulanır. Bir süre sonra o bahçede öyle bir koku yayılır ki, insan kendinin bile fark etmediği bir güzelliğin içinde bulur kendini. Tasavvuf, işte bu bahçeyi temiz tutmayı öğreten bir irfan yoludur.
Ve işin en incelikli tarafı şudur: İnsan, kendi iç huzurunu buldukça dış dünyanın ağırlığı hafifler. Çünkü hakikati gören göz, artık olayların ardındaki rahmeti sezmeye başlar. Teslimiyet, insanı zayıf kılmaz; aksine en sağlam durduğu yerdir. Tıpkı akarsu gibi… Yumuşak görünür, ama en sert kayayı bile sabırla şekillendirir.
Bir gün gelir, kul durur ve nefesinin sesini dinler. O kısa anda dünya susar, kalp konuşur. O an insan anlar ki, Hak her zaman yanında yürüyordu; sadece sesi kalabalığın içinde kaybolmuştu. İşte bu fark ediş, insanın ruhuna yeniden doğmak gibidir.
Hayat, dışarıda bulunacak bir anlam değil; içeride uyandırılacak bir ışığın adıdır.Ve o ışık, her nefeste yeniden yanmayı bekler.

